Salı, Eylül 21, 2010

marketler ve payvonlar




Uzun yıllar yurt dışında yaşamış ve bundan sonra da yaşayacak olan sevgili arkadaşımın gaza getirmesi üzerine bu blogu açmış bulunuyorum. Demek ki yazasım varmış. Her ne kadar başta, "Kamboçya'ya gitmedim ki, Londra'dayım, bloga ne gerek var." gibi oryantalist bir düşünce ile kendisine karşı çıktıysam da, "en azından herkese aynı şeyleri teker teker anlatmam gerekmez" gibi pragmatik bir yaklaşımla yazmaya başladım.
Gerçekten de şimdiye kadar ne sokakta kanalizasyon ızgaralarından aşağı olta sarkıtıp balık tutan adamlar gördüm, ne de market reyonlarında tanınmayacak meyveler. Markette, Hint yemekleri için olan malzemelere ayrı bir reyon ayrılmış olması ve dev kavanozlardaki hazır tikka masala soslarının sadece 1 pound'a satılıyor olması dışında şimdilik anlatmaya değer bir şeye rastlamadım. Ama marketten dönüş yolunda olanlar oldu. İki sokak ötedeki kaldığım yere doğru yürürken Efes2 adlı bir restoranın önünden geçtim, ki bu restoran Londra'ya gelirken uçakta yanımda oturan adamın, adı Fazıl, çalıştığını söylediği "müzikhol"dü. Açıkçası adam "Efes1, Efes2 bunlar ünlü Türk müzikholleridir görürsünüz zaten, ben 30 yıldır oralarda müzisyenlik yapıyorum" dediğinde, aslında pavyonlarda çalıştığını ama bana kibarlık olsun diye müzikhol dediğini düşünmüştüm. En iyi ihtimalle şehrin dışında, Türk mahallelerinin bittiği yerde, ıssız sokaklarda, içeriden müzik yükselen gazinolar olabilirdi. İşte bu yüzden marketten eve dönerken, Efes2 restoranıyla karşılaşınca önce heyecanlandım ama sonra hayal ettiğimin tersine şehrin göbeğinde, kapısında menüsü olan nezih ve standart bir kebapçı çıkınca Fazıl'ı da, Londra'daki Türk pavyonlarını da yanlış hayal ettiğimi anladım. Ta ki bugün babamın kuzeni Elif'le buluştuğumuzda yine Efes2'nin önünden geçene dek.
Elif kebapçının patronuyla kanka olduğu için paldır küldür içeri daldık. Meğer o kebapçı menüsünün arkasında, Basmane'deki pavyonların kapısındaki gibi kadın şarkıcıların fotoğrafları varmış. Elif, cart yeşil pullarla işlenmiş bir tuvalet giymiş kadının resmine bakıp "Bu da burada yaşlandı ha" dedi. Bu arada kadının fotoğrafının altında daha küçük olarak erkek müzisyenlerin de resimlerini koymuş adlarını yazmışlardı, ama bizim Fazıl aralarında yoktu. Dükkanın içine gelince: Şimdi açıkçası benim daha önce pavyona gitmişliğim yoktur ama nasıl bir yer olduğunu az çok bilirim. Ha bir kere Turgut Saner'le Ege gezisine gittiğimizde Urla'da Sarıgül Müzikhol'e girmiştik, ama bence orası tam bir pavyon sayılmazdı. Dans eden, büyük memeli cıbıl kadınlar, küçücük mekanda topaç hızıyla döndüğü için kafa yapan bir disko topu, kırmızı-beyaz pötikareli masa örtüleri (bunu ben de anlamadım, gündüzleri pizzacı olabilir), ve melamin tabakta servis edilen salatalıklar vardı, ama canlı müzik, pist, kelli felli bir patron ve en önemlisi ortalıkta bizden başka müşteri yoktu ki, bence bunlar bir pavyonun olmazsa olmazları. Neyse, benim aklıma pavyon deyince en son 15 sene önce bir düğünde gördüğüm İzmir Fuarı'ndaki loş, havasız, manasız yerlerden kırmızı yeşil ışıkların saçıldığı ve kocaman bir sahnede şarkıcıların salındığı Göl Gazinosu gelir, ki Efes2'nin içi de işte aynı bu konsepteydi.
Evet, sizin de tahmin edeceğiniz gibi bu hikayenin sonunda menüde Türkçe yazılmış yemek adları ve patronun bize ince belli bardakta çay ikram etmesi dışında bomba bir gelişme ya da sonuç yok. Yani içeride Fazıl'ı sound check yaparken görmedik ya da patron bana şarkıcılık teklif etmedi. Patrona Fazıl'ı tanıyıp tanımadığını sordum, hatırlamadı bile.
Blogun adına ve fotoğrafa gelince, burada kaldığım odada başucumdaki komodinin çekmecesinden bir şişe uyku spreyi çıktı. Uykun kaçınca yastığa sıkıyorsun, sonra sabaha kadar mışıl mışıl. Tabii ki denemedim; uyku spreyini gördükten on beş dakika sonra banyodaki göğüs büyütücü sabunları görünce, "ev sahibi beni geceleri bu spreyle uyutur, sonra da göğüslerimi bu sabunla büyütüp bana saldırır mı" diye düşündüğümden değil ama çok şükür uykusuzluk gibi bir derdim olmadığından. Herkese iyi geceler.

1 yorum: