
1 Kasım sabahı bütün vitrinlerdeki Halloween süsleri hızlıca söküldü ve balkabaklarından yapılmış Jack-o'-lantern'ların yerini, Noel Baba'lar aldı. Daha Noel gecesine iki ay vardı ama Kasım ayından beri insanlar Christmas havasına girdiler. Oxford Caddesi'ni hediye paketi ve şemsiye şekilli ışıklarla süslediler ki bence bunun altında "kriz mriz, yağmur çamur demeyin alışverişe devam edin" altmetni gizliydi. Aralık ayının gelmesiyle birlikte hummalı hazırlık had safhaya ulaştı, artık marketler bile daha geç saatlere kadar açık. İnsan kendini bu tüketim manyaklığına kaptırıyor, ya da ben dünyanın en hızlı asimile olan-alışan insanı olduğum için, her markete gidişimin dönüşünde evde bir Christmas sofrası kurasım geliyor malesef. Bu arada ev dediğim aslında ofis olan bu yere de iki haftadır christmas puddingleri ve şişe şişe şarap, şampanya depoluyorlar, heralde kalmaz diye korktuklarından.
Açıkçası 2005 yılında Şili'de geçirdiğim ilk Noel kutlamasına kadar, Christmas ve Yılbaşı'nı aynı gece yani 31 Aralık sanıyordum ve dolayısıyla İsa'nın doğum gününü de yanlış biliyormuşum, şimdi farkettim ama bunun konumuzla bir alakası yok. Neyse, belki de bu yüzden o yıla kadar Türkiye'deki "Yılbaşı kutlamak, Hristiyanlar'a özenmektir." tartışmalarından uzak kalmıştım. Şili'de 25 Aralık gecesinin Noel olduğunu ayrıca da 31 Aralık'ta yılbaşı kutlandığını öğrenince taşlar yerinde oturdu, ancak bu sefer de güney yarım kürede olmanın verdiği bir tuhaflık vardı. 35 derece sıcakta buram buram terleyen Noel Baba'lar, pamuktan kar kaplı vitrinlerin karşısında plajda sörf yapanları görünce anladım ki, bütün bu Noel çılgınlığı kuzey yarım küre için tasavvur edilmiş bir organizasyondu. Çocukken her yılbaşı Trt'de yayınlanan yılbaşı/noel temalı filmleri izler, "İzmir'e neden kar yağmıyor" diye kahrolur, romanlarda 1 Ocak gecesi karla kaplı şehirlere uyananları çok kıskanır ve yine de bitmek bilmez bir ümitle her 1 Ocak sabahı kar yağmasını beklerdim. İşte bu yüzden Güney Yarım Küre'deki çocukların yaşadıkları travmayı hayal bile edemiyorum.
Buradaki çocuklar bilakis çok şanslılar çünkü Hyde Park'ın ortasına uzaktan masal şehirlerine benzeyen bir lunapark kuruldu, benim ömrümde gördüğüm en büyük lunapark. Bütün Britanya'da böyle bir "christmas wonderland" yani noel için lunapark kurma adeti var sanırım çünkü Glasgow ve Edinburgh'da da şehrin orta yerine Lunapark kurulmuştu ama daha mütevazi ölçeklerde.
Hyde Park dediğimiz 250 hektarlık, yarısı bomboş ve dümdüz çim alanlardan oluşan parkın içindeki bu lunapark, İzmir Fuarı gibi, bir panayır yeri. Buz gibi havada ortalıkta koşturan bebeler, sıcak şarap içip nutellalı krep yiyerek salınan insanlar, buz pisti, sirk ve onlarca oyuncak var. Bu arada böyle coşkuyla anlattığıma bakmayın, 14 yaşında Sanitarium adlı bilgisayar oyununu oynadığımdan beri lunaparklar aslında benim için, ürkütücü, melankolik, kasvetli yerlerdir. Hani palyaçolar, Stephen King'in O'sunu okuyanlar ya da filmini izleyenler için korkunç, ya da Türkan Şoray'ın Azize'sini izleyenler için hüzünlü ve acınasıdırlar ya bu da öyle bir şey. Yine de havanın 3'te karardığı günleri, gri kış aylarını cazip hale getirebilecek bu Britanya adetini sizlerle paylaşmak istedim.
Hava durumunda kar yağışı gözüküyor, içimde bir ümit var, karla kaplı Hyde Park'ın ortasındaki melankolik oyuncaklarla, ve geç de olsa gerçekleşen bir çocukluk hayali ile ilgili. Evet içimde bir çocuk gizli, ya da daha ziyade ergen diyelim, facebook'ta yaptığım testte çıktığı gibi.