Pazartesi, Ocak 10, 2011

sürgündeki şairler



"Poetry Cafe, aynen gençliğimizin Karşıyaka'sındaki -yoksa Konak'ta mıydı Ceylan o kafe, ÖDP'nin de şiir dinletileri olurdu hatırlar mısın- şiir kafeler gibi" diye düşündüm sınıftaki Amerikalı kız şiir dinletisi davetiyesini yolladığında. Kalktım gittim, biri beyaz diğeri Afrika kökenli iki Amerikalı ve ben Sürgündeki Şairler şiir dinletisine katılmak için Soho'yla Covent Garden arasında bir yerdeki şiir kafede buluştuk.
Sadece adı değil, görüntüsü de aynı bizim İzmir'deki şiir kafelere benzeyen bir mekan. Londra'da ve İzmir'de gördüklerimden yola çıkarak diyebilirim ki bütün dünyadaki şiir kafeler birbirinin aynı. Duvarları ılık sarıya boyanmış, üzerlerine ahşap raflar çakılmış, bu ahşap raflar içerisinde, dergiler, kitaplar ve kartpostallar bulunurken, rafların üzerine el yazısı ve belki kurşun belki de mürekkepli kalemle "Kitaplar", "Kartpostallar" gibi muhtelif bilgi kelimeleri yazılmış ve mutlaka tavandan sarkan sarı çıplak ampullerle aydınlatılan, sağa sola serpiştirilmiş maksimum 100 adet basılan amatör şiir dergilerinin olduğu ve içeride sakallı yaşlı amcalar, düz uzun pırasa saçlarını yarım toplamış, solgun yüzlü, kısık sesli genç kızlar bulunan mekanlar. Üstelik benim hatırladığım İzmir'deki şiir kafelerin 90'larda kaldığını düşünürsek, bu şiir kafe dediğimiz yerlerin hem zamandan hem de mekandan bağımsız varolduklarını söyleyebiliriz.
Beni dinletiye çağıran Amerikalı kızlardan biri, ilk günden beri önyargılarım yüzünden ısınamadığım, zaten ısınsam bile yuvarlak aksanı yüzünden söylediklerinin yarısından çoğunu anlayamadığım, çok bağırarak konuştuğu için "tam bir amerikalı" diye etiketlediğim ve aslında önyargılarım olmasa arkadaş olabileceğim bir kızdı. Bu kızın bir de şiir blogu var facebookta görmüştüm. Tam ben böyle önyargılarım yüzünden hayıflanırken, kız "bloguma 100 şiir yazıcam, şu an 92 deyim 100 şiir olunca, bırakıcam yazmayı, amacım bu" dedi, ben de hmm deyip önüme baktım. Ne deseydim, "hmm neden 100?" mü. Neyseki diğer Amerikalı kız" sounds like a good point" dedi de konu kapandı.

Zimbabwe, Pakistan ve Afganistan'dan Şairler

İşte tam yukarıda tasvir ettiğim gibi olan kafenin dinletinin gerçekleşeceği alt katına inerken, önümde elinde kocaman bir org taşıyan bir adam vardı. Az sonra, yaklaşık 15 metrekarelik salona girdiğimizde adamın mekanın sahne olarak kullanılacak kısmının köşesine yerleştiğini gördüm. Derken sahnenin diğer kısmındaki 3 kişilik koltuğa şair olduklarını tahmin ettiğim 3 kişi oturdu. "Sürgündeki Şairler" dinletisinde bulunduğumuz için, sonradan öğrendim ki koltukta oturan 3 şairden ikisi Zimbabwe'li, diğeri de Pakistanlı, gençten bir çocuk.
Bu arada bu küçücük mekanın girişinde bilet kesen en az 85 yaşında elleri titreyen, paraları sayamayan, güleç bir ingiliz kadın da vardı, onu da ekleyeyim. Derken sahneye küt kesilmiş dağınık kıvırcık saçlarının üst kısımları kırmızıya boyanmış başka bir yaşlı İngiliz kadın çıktı, dinletinin amacının toplumda ve medyada yanlış tanınan ülkelerin gerçek yüzünü göstermek olduğunu söyledi, şairleri takdim etti ve "Bu gece çok şanslıyız, çünkü şiirlerimizi taçlandıracak bir müzisyenimiz de var" diyerek eliyle merdivende gördüğüm adamı gösterdi.

Şiir dinletisinde piyanist şantör

Ve akabinde adam, org çalmaya başladı. Hayatınızda gördüğünüz en kötü piyanist şantörü 4'le çarpın, öyle detone bir ses, sanki uyduruyormuşçasına rastgele basılan notalar, ve orgun hafızasında ritmler olur ya, onların notalarla en uyumsuz halini hayal edin. Böyle sanki "Bursalı mısın kadifeli gelin" çalmaya çalışırken "Ilgaz anadolunun sen yüce bir dağısın"ı andıran bir müzik düşünün. Ve bir oda dolusu ingiliz, hintli, asyalı, ortadoğulu insanın bu adamı hayranlıkla dinlediğini. Ben kendimi gülmemek için zor tutarken, bir yandan da, küçükken salihli'deki düğünlere giderdik, orda böyle mahallenin piyanist şantörleri olurdu, demek ki onlar Londra'ya gelse büyük sanatçı sınıfına girerler diye düşünüp Türkiye'nin piyanist şantörlerinin ne kadar ileri düzey olduklarına kanaat getirdim.
Neyseki sonunda adam sustu, sıradaki Zimbabwe'li şair sahneye çıktı. "Ben" dedi, "12 yaşındayken, Zimbabwe radyosunda bir anons yapıldı, 'en güzel gününüzü bir şiir olarak yazın yollayın, seçtiklerimizi burada okuyacağız.' Ben de yolladım. Sonra benim şiirim okunmuş ben duymadım ama akrabalarımız duymuş. O zaman dedim ki 12 yaşında yazdığım şey radyoda okunuyorsa, bir gün şiirlerim milyonlar tarafından okunabilir, bu işe devam etmeliyim." Bu sürekli Fethullah Gülen tarzı, gülümseyen ancak acıklı ses tonu ile konuşan Afrikalı şair, kısa hayat öyküsünü bitirince şiirini okumaya başladı. Tam bu sırada hemen arkasında oturan piyanist şantör, orgunun en kısık sesiyle, bir sonraki şarkısını prova etmeye başladı. Zimbabwe'li, şantöre bir bakış attı da adam provayı kesti. Bir kaç dakika sonra tam konsantre olmuş dinlerken, piyanist şantör bu sefer çantasından bir kamera çıkardı ve eliyle kamerayı havaya kaldırıp, oturduğu yerden sahnenin sağına soluna doğru uzanarak kayıt yapmaya başladı. Zaten sahnede Zimbabwe dilinde şiir okunuyordu, ama öyle olmasa da piyanist o kadar dikkat dağıttı ki, ne Zimbabwelinin afrikadaki çocuklarla ilgili şiirleri ne de ingilizce okuduğu "a poet is like a designer, everything he writes is unique." mısralarını içeren "şair nedir" başlıklı şiirinden etkilenebildim.
Bütün bunlar olup biterken sahnedeki koltuğun köşesinde 'benim burada ne işim var' bakışlarıyla oturan pakistanlı genç çocuğa gelirsek: Sahneye çıktı, kendi halinde, şarkı söylemeden, gülümsemeden, org çalmadan ve bağırmadan şiirlerini okudu, arada Elliot'tan, Camus'den alıntılar yaptı. Bildiğimiz anlamdaki şiir dinletisine en yakın anlar bunlardı. Bu arada şairler "sürgündeki şairler" kisvesi altında orada bulunmaları sebebi ile şiirleri hem kendi dillerinde okuyorlardı, hem de ingilizce tercümelerini de söylüyorlardı.

"buyrun siz çalın"

Derken Afgan bir adam çıktı sahneye, doktormuş aynı zamanda, gazellerden, Rumi'den, Hafız'dan bahsetti, tam güzel bir şeyler dinleyeceğimizi düşünürken, adamcağız "bana ingilizce çeviri getirin dememişlerdi, hazırlıksız yakalandım" diyerek boynunu büktü. Bunun üzerine moderatör görevindeki kırmızı saçlı yaşlı ingiliz kadın sahneye fırlayıp "aa o zaman sizin şiirinizi verelim muzisyen arkadaşa hemen bir beste yapsın, ne de olsa müzik evrensel bir dil değil mi?" dedi!! Çaresiz afgan şair eli geri giderek şiirini piyanist şantöre uzattı. Şantör de gururla aldı şiiri. Araya başka bir zimbabwe'li şair girdi, şantöre beste yapacak zaman kalsın diye, yani organizasyon, heralde büyük britanya'da olduğumuz için, spontane gelişmelere rağmen dört dörtlüktü.

ve şiir dinletisinde ısınma hareketleri

İkinci zimbabwe'li şairimiz, herkesi ayağa kaldırdı. "Biraz ısınalım ha" diyip, tuhaf ritimler ve sözler eşliğinde, o küçücük salondaki 20 kişiye el çırpmalı zıplamalı hareketler yaptırdı. Bu 20 kişinin içinde dünyanın neresinde olursa olsun şiir kafelerin müdavimi olan sakallı yaşlı adamlardan, ve yarım toplanmış düz saçlı solgun yüzlü kızlardan da bolca olduğunu unutmayın.
Derken swahilice tezahüratlar eşliğindeki kültür fizik hareketleri bitti, şiirden ziyade müziksiz hip hop diyebileceğimiz bir tarzda bağırarak şiirlerini okumaya başladı sahnedeki adam. "Mikrofona ihtiyacınız olduğuna emin misiniz" deyince salondan biri, "evet böyle daha rahat ediyorum" deyip daha gür ve coşkulu bir sesle ve mikrofonu daha sıkı tutarak, "I am African" başlıklı şiirine devam etti.
Bu esnada aynı zamanda bir doğaçlama ustası olan piyanist şantör bestesini tamamlamıştı da onu da dinleyebildik. Sonra sahneye kırmızı saçlı yaşlı kadın çıktı tekrar, "Şimdi herkes önündeki ve yanındaki ile tanışsın, şiirlerle ilgili fikrini sorsun, sonra hep beraber tartışalım" dediğinde, benim Amerikalılar koşarak kendilerini dışarı atmışlardı. Ben onlar kadar atik olamadığımdan, önümde oturan İranlı kadınla tanışmış bulundum, hatta şiirlerle ilgili fikirlerimi anlatıyordum, ama sonra "arkadaşlarım bekliyor" diye izin isteyip bu sürreel gösteriyi terk ettim.

çeviride kaybolan dinleti

Çıkarken kapının önünden yukarıda fotoğrafı olan tanıtım kağıdını aldım, girmeden önce görseydim belki biraz olsun neyle karşılacağımla ilgili fikrim olurdu. Kıssadan hisse, dünyadaki bütün şiir kafeler hangi çağda olursa olsun birbirinin aynısı olabilir, ama söz şiir dinletisine gelince orada duralım. Zaten "şiir kafe"nin birebir çevirisi olup da "şiir dinleti"sinin çevrilemiyor olmasından bu durumu anlamalıydım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder